28 Ocak 2016 Perşembe

Mim: Yayınevleri

Yeniden mimlerin canlandığı bir zamandayız. Özledim ya hu. Önceki blog deneyimlerime dayanarak, her hafta mutlaka birilerinde mim görüyordum. Şimdi azaldığı zamanlar da oluyor yeniden canlandığı zamanlarda. 
Şu an iki mim gelmiş durumda. İlk gelen mim sevgili İrem'den oldu. Beni mimlemesini beklemiyordum aslında :D Kendisi çok neşeli bir blog arkadaşımız. Çok teşekkür ediyorum kendisine buradan. Güzel bir mim olacak. 


1. En sevdiğiniz yayınevi hangisi?
Zor bir soru oldu çünkü bunu sınırlamak biraz zor. Pegasus yayınlarını seviyorum ama son zamanlarda fazla İthaki ve Go aldım. Sonraki soruları da düşünerek sanırım İthaki demeliyim. :D

2. Bu yayınevinden okuduğunuz bir kitabı kısaca yorumlayın.
O zaman ele Rüzgarın Adı'nı alalım. Burada Kvothe'nin efsaneleşmiş hayatının aslını okuyoruz. Kendisi bir kesim tarafından ilahlaştırılırken bir kesim tarafından nefretle anılıyor. Bir gün bir tarihçi hana geliyor ve ona macerasını anlatması için ısrar ediyor. Buradan sonra Kvothe ile yolculuğa başlıyoruz. Onunla panayırda gülüp eğleniyoruz, sokaklarda mücadele veriyoruz, okula gidiyoruz ve amacımız uğruna her türlü kurnazlığı yapıyoruz ve eh, elbette aşık da oluyoruz. Sanırım yeterli. :D

3. Bu yayınevinden okuduğunuz bir kitaptan bir söz yazın.
Nereye gidersen git, kendini de yanında götürürsün.' Neil Gaiman-Mezarlık Kitabı

4. Yazarın başka okuduğunuz ya da önerdiğiniz bir kitabı var mı?
Neil Gaiman bence harika bir yazar, özellikle çocuklar üzerinden giderek çok güzel mesajlar veriyor. En son Mezarlık Kitabı'nı okudum ve beğendim. Ama işin aslı, bence bütün kitapları okumaya değer.

5. Yayınevinden kitap çıkartsanız ve tutmasa ne hissedersiniz?
Açıkçası bu üzücü olur. Ama bir yayınevine yazdıklarımı kabul ettirmek de bir başarı diyerek kendimi avutabilirim. :D

6. Bu yayınevinden almak istediğiniz kitap hangisi/hangileri?
Bilge Adamın Korkusu
Ay'da 172 Saat 
Amerikan Tanrıları 

Eğlenerek yaptığım bir mimin daha sonuna geldiiik. Sanırım mimlenmeyen pek blogcan kalmadı. :D

Ama D.S.K komşum 
HanHan'ın Sayfası - Aslında Kore ağırlıklı yazıyor ama umarım yapar :D
Şiirsel Hisler diyorum.

26 Ocak 2016 Salı

Dizi Yorumu: Oh My Venus


Ya aslında izlediğim dizinin haddi hesabı yok ama kitap postu girmekten fırsat olmuyor. :D Hazır tatildeyken her anlamda sömürüyorum arkadaşlar. :D Şu an bitmiş 4 dizim var, takip ettiğim 3 dizi var.
Okumam gereken 15 kitap var, yorum girmem gereken 4 kitap var. Ama üşengeçliğim gafil avlıyor beni :D
Şaka şaka. Ev çok yoğun bu ara. Önceki hafta da ben yoğundum. Ondan hep bunlar. Şimdi  bu diziye gelecek olursak daha yeni bitmiş bir dizi. Genel anlamda eğlendim. Birçok duyguyu yaşadım aslında. Biraz sıkıldığım sahneler de oldu, duygusallıktan ağlayacak dereceye geldiğim sahneler de oldu, hunharca güldüğüm sahneler de. Zaten komedi ağırlıklı bir dizi.


Gamzesine yandığımın Shin Min Ah'ı. Çok tatlı bir kadın değil mi ya? Oyunculuğunu da çok seviyorum. Onu ilk Dokuz Kuyruklu Tilki'yken tanıdım. :D Kore'nin en güzel kadını deniyordu zamanında. Şu sıra kendisi Kim Woo Bin ile çıkarak biraz anti kazanmış durumda ama bu dizi ile toparladı mı desem? Belki de bu sefer So Ji Sub hayranlarının hedefi olmuş olabilir. :D
Dizide kendisi avukat. Tabi lisede güzelliğiyle nam salmış, her erkeğin hayali. Haliyle kızlar tarafından aşırı kıskanılıyor ama onun asıl amacı iyi bir avukat olmak. Ama ne var ki zaman geçtikçe insan da değişiyor. Gerek kişisel gerek görüntüsel olarak. Eh Kang Joo Eun kişiliğinden çok ödün vermese de güzelliğinden epey ödün veriyor. Ne var ki Im Woo Shik onun hayatının aşkı. Yani görüntünün çok bir önemi yok çünkü onu seven biri zaten var.


So Ji Sub nasıl bir adamdır ya? Oyunculuğu gerçekten çok çok iyi ve zaten Kore'de ileri gelen aktörlerden bir tanesi kendisi. Açıkçası Shin Min Ah da aynen böyle. Diziye baya güveniyorlardı sanırım çünkü bu oyuncularla iş yapmak kolay olmasa gerek. :D Neyse bu dizide onu çok sevdim ya. Kendisinin Ji Sub olmasının dışında, karakteri bir ayrı sevdim. Burada Kim Young Ho olarak karşımızda. Küçükken birkaç tramvatik olay yaşamış. Getirisi götürüsü çok olmuş ona. Bir tanesi de yardıma ihtiyacı olan ve acı çeken insanlara dayanamıyor olması :D İkilinin karşılaşmasına vesile olan da bu zaten. Ailesinin şirketi var Young Ho da Amerika'da ki şirkette müdür. Sonra orada bir durumdan dolayı dedikodusu çıkıyor. Başına bela oluyor tabi. O da Kore'ye geri dönüyor. Kendine göre en azından bir süre. Ama bir babaanne var ki, gizli iş yapması mümkün değil. Eh, geri gideyim derken kalıcı oluyor.


Jung Gyu Woon neden hep bu rollerde oynuyor ya hu? Yapıştı kaldı resmen adama. Bundan önce Birth Of A Beauty dizisinde oynamıştı eşini aldatan adam rolünde. Burada da başka bir kadın için sevgilisini bırakan adam rolünde. Belki bir anlamda senarist, bakın ben bu oyuncuya yine aynı rolü verdim çünkü size vermek istediğim mesaj, benim dizim Birth Of'dan farklı ve aynı kişiye aynı rolü vererek bundan korkmadığımı gösteriyorum. Benim anladığım bu :D 
Oyunculuğunu beğeniyorum ama kötü adam rolünde olduğundan herhalde bir antipatim yok değil. :D
Ama burada her ne kadar kötü rolde olsa da karakter olarak kötü değildi. Kendisi Im Woo Shik, Kang Joo Eun'un 15 yıllık sevgilisi.


Yoo In Young başka bir dizide var mı bilmiyorum. Ben ilk burada denk geldim. Gerçekten çok iyiydi. Başlarda tamamen çatlak bir rolde olduğunu düşünmüştüm ama sonrada melankolik bir hava oluştu karakter üzerinde. Oh Soo Jin, Kang Joo Eun ile üniversiteye hazırlık döneminden arkadaşlar. Sonra bir şekilde kopuyorlar ve Soo Jin, Joo Eun ile hiçbir şekilde bağlantı kurmuyor. Tabi bir karşılaşıyorlar, aynı firmada avukatlar ama Soo Jin Müdür Yardımcısı. Üstelik hiç de arkadaş canlısı değil. Tabi sonra daha neler çıkıyor.












Sung Hoon ve Henry öldürdü beni dizide ya. Özellikle Henry. Resmen dizinin rengiydi ikisi de. Onları her gördüğümde gülümsemeden edemedim. Jang Joon Sung(Sung Hoon) milli boksör ve Henry de onun menejeri. Young Ho'nun tayfası bunlar bir nevi :D Joon Sung zamanında birtakım olaylara karışıyor ve Young Ho sayesinde kurtuluyor bunlardan. Kim Ji Yong(Henry) hikayesi yoktu aslında. Ama bu üçü ayrılmaz üçlü diyebilirim. Özellikle Joon Sung ve Yi Jin sahneleri çok komikti.







Şimdi genel anlamda konuyu ele alalım. Young Ho'nun Amerika'dan hangi sebeple döndüğünü açıkladım. Joo Eun ise iş sebebi ile Amerika'ya gidiyor ve dönüşte Young Ho ve tayfası ile aynı uçakta oluyor. Ji Yong bebekli bir kadınla yer değiştirince Joo Eun'un yanında buluyor kendisini. Tabi o kadar renkli bir kişilik ki konuşmadan duramıyor. Sonra Joo Eun fenalaşıyor ve Young Ho hemen olaya el atıyor. Bu kısımda cidden eğlendim. :D







Tabi bu olaydan sonra Joo Eun, Woo Shik ile ilişkisini kesiyor ve kin doluyor. Diyor ki ben de Kang Joo Eun isem eski halime dönerim! İşte ikiliyi tekrar bir araya getirecek diğer olay da bu :D
Shin Min Ah'ı öyle görünce şok oldum. Ama kadın öyle kiloya rağmen hala güzel hala güzel ya! 
Birkaç yorumda daha kilolu bir şekilde dönmesi gerektiğiyle alakalı bir şeyler okudum ama kendi görüntüsünün yanında dizideki hali yeterliydi bence. :D
Bir diğer olay da Young Ho ve ailesi. Babaanne onun şirketin başına geçmesini ve kendi istediği bir kızla evlenmesini arzuluyor. Babanın başka bir eşi ve başka bir çocuğu var. Olayın içinde üvey dayı var. Buralar ciddili klişe ama onu da bir şekilde kırmayı başarmışlar. Hatta gayet iyi kırmışlar diyebilirim.






Ben çok beğendim. Oyuncular cidden mükemmel. Bahsetmediğim karakterler var ve kesinlikle dizide olmasalar eksiklik olurdu. Dizide o kadar çok neşe faktörü var ki! Zaten Shin Min Ah yeter :P
Diyor musunuz bu kız So Ji Sub varken neden Shin Min Ah'a taktı diye ehehhe. Ji Sub beğendiğim ama ilk beşimde olmayan bir oyuncu. Sevmediğimden değil.
Kısaca eğlenmek istiyorum, romantik olsun, biraz duygulanayım da ama genel anlamda hep sırıtayım derseniz ben de size bu diziyi izleyin derim. İyi seyirler! :)


4.3

23 Ocak 2016 Cumartesi

Kitap Yorumu: Büyünün Rengi

Çok manyak bir kitaptı! Böyle eğlenceli bir kitap okumayalı çok olmuş aslında onu fark ettim.
Biraz elimde süründü. Başladım, geri bıraktım. Başladım, okuyamadığım döneme denk geldi. Sonunda dedim yeter ve 4 günde bitirdim, sınav dönemiydi çünkü. Benden çok çekti anlayacağınız :D
Ama bu bir kenara, boş bir zamanda başlanmalı. Başlangıç kitabı olduğu için oluşturduğu dünya hakkında fazla bilgi veriyor. Haliyle aklınız karışıyor. Kitaba geçecek olursam.


Sürekli İkiçiçek, Rincewind ve sandıkla koştum durdum ya. Bir dakika rahat durmadılar. Şimdi ne olacak, yine İkiçiçek neye bulaştı deyip durdum. Öncellikle olay büyük kaplumbağa A'Tuin'in sırtında taşıdığı dört büyük filin taşıdığı DiskDünya'da geçiyor. :D
Karışık biraz, kabul. Hala oraları karıştırıyorum ama seri ilerledikçe o da oturur büyük ihtimalle.
Tabi DiskDünya hala bazı şeylere cevap verebilmiş değil. Bunu dünyanın düz mü yuvarlak mı tartışmasına benzetebilirsiniz. :D A'Tuin ve dört fil biliniyor ama kenarlar hakkında ya da aşağısı hakkında bildikleri yok. Araştırıyorlar tabi. Kitabın arkasında bu harita mevcut.


Öncelikle Rincewind büyücülerin yüz karası. :D Okuldan atılmış ve bildiği tek bir büyü var. O da büyük 8 büyüden bir tanesi. Tabi bu büyü onun zihnine saklandığı için ve Rincewind da onu serbest bırakamadığı için hangi büyü olduğunu bilmiyorlar.
Bu da işi daha tehlikeli bir hale sokuyor çünkü 8 büyü ayrı ayrı çok büyük büyüler. Neyse kurguya dönersek eğer;
Her şey İkiçiçek'in macera arayışı içinde Kahverengi Adalar'a gelmesiyle başlıyor.
Çünkü burada büyücüsü, sahtekarı, dilencisi, hancısı, eşkıyası, kahramanı ne ararsanız var. Namı da Karşıağırlık Kıtası'na kadar gitmiş. İkiçiçek de emekli olur olmaz buraya geliyor.
Tabi para birimi farklı. İkiçiçek cebi dolusu altınla geliyor ama zavallım sanıyor ki burada cebindeki parası o kadar da değerli değil. Hatta sürekli Rincewind'a 'Ona bu kadar az para vererek onu gücendirmiyorum değil mi?' diye sorup duruyor. :D
Tabi Rincewind ile tanışmadan önce gemiden inip de güvertede kendini gösterdiği zaman bütün düzenbazlar geçiyor iş başına.
İkiçiçek onların dilini bilmediği için sihirli bir kitaptan yardım alıyor derken bir dilenci sayesinde Patlak Davul'a geliyor. Burası bir han ve bu han kısmında da çok eğlendim ya. Olmazsa olmaz han kavgaları özellikle :D
Tabi Rincewind olaya dahil oluyor da İkiçiçek'i ilk gün ölümden kurtarıyor derken İkiçiçek Rincewind'a kendisinin rehberi olmasını teklif ediyor. Her gün bir altın. Tabi hala parayı yetersiz görüyor. :D Ya İkiçiçek o kadar saf ki sevmemeniz elde değil.
Tabi en büyük olay ise ayaklı sandık! Sahibinin peşinden bir dakika ayrılmayan, ayrı kalsalar bile bir köpek edasıyla sahibini bulan bu sandık, İkiçiek'in eşyalarını taşıyor. Tabi yanına tehdit edici hiçbir yaratığı yaklaştırmama gibi de bir özelliği var.


Bahsedecek ne çok şey var ya hu! Sayfa sayısı az ama dolu dolu her şey.
Bir de sürekli Rincewind'ın peşini bırakmayan ölüm var. Oralarda çok eğlendim ya! 'Gel Rincewind, bırak kendini. Hiç acımayacak!' :D Yangın, hırsızla maceraları, tapınakta yaşadıkları, ejderhalarla sınavları, kenara düşmeleri ve daha birçok şey. Tabi bir de tanrılar var. Ki onlar da normal değil. Okuduğum kitaplardan farklı, gerçekten karakterler ayrı ayrı çatlak!
Ama tam olarak oturması için bir kez daha okunması gereken bir kitap diye düşünüyorum.
Serinin sanırım 40 kitabı vardı. Tabi seri içerisinde seri yapmış yazar. İthaki'den gördük ilk bu kitapları ama DeliDolu aldı şimdi. İthaki'den daha iyi diyebilirim kalite olarak. Bu arada çok üzülerek söylüyorum ki Terry Pratchett geçen sene vefat etmiş ve haliyle bu seri de devam etmeyecek. Yani zaten yeterince kitabı mevcut ama tam anlamıyla bir sonu olmayacak. Kızı da devam ettirmeyecekmiş. Bir de filmi var ama henüz izlemedim. Bütçe kısıtlı ve tv için çekilmiş sinema için değil. O yüzden biraz vasat duruyor :D Ama dediğim gibi izlemedim.
Neyse keyifli okumalar diliyorum! :)

"Sizden o kadar korkuyorum ki omurgam pelteye döndü, ama şu anda dehşetten sarhoş durumdayım. Demek istediğim, dehşetimi aştığım zaman, sizden doğru düzgün korkma fırsatı da bulabileceğim." (sy. 11)

4.8

15 Ocak 2016 Cuma

Not #9

Bu aralar ne yapıyorum? Tatilim. Yani aslında bunu bayağı bir beklediğimi sanıyordum ama sanırım beklediğim şey bu da değilmiş. :D Aslında hayal kırıklığım çok büyük. Sınav sonrası o boşluğu da dibine kadar yaşıyorum.


Okulun sistemi vasat. Son sınavım gerçekten çok kötüydü. 'Arkadaşlarım' arkanı dönünce dedikodu yapan cinsten insanlarmış. Daha iyi anladım. Hocayla da sınıfın kimyası pek uyuşmadı.
Eh, tatilim madem oturmayayım gezeyim dedim. Önce Ankara'da yaşayan ablama geldim. Ama onun da bir takım ailesel problemleri çıktı. Bu sefer de bunlara stres oldum.
Sırada İzmit'teki ablam var. Oradan ne yüklenip de döneceğim merak ediyorum. :D 
Bir de yasaya kalmayayım diye ben ehliyete yazılmıştım ama çıkartmak için şubatı beklerken aslında 2015'in sonuna kadar çıkarmam gerektiğini 31 Aralık'ta öğrendim. Kısaca, yasaya kaldım.
Yani, can sıkıcı değil mi? Şuraya aşk hayatımı falan yazmayı isterdim ama o da yok.
Üstelik aile büyüklerim hasta! Biraz daha yazarsam ben de kanser olacağım. 
Herkese huzur dolu bir hafta diliyorum. 


14 Ocak 2016 Perşembe

Kitap Yorumu: Dikkat! Aşk Çıkabilir

Aşk falan çıkmadı bana arkadaşlar. Açıkçası Asude beni çok şaşırttı. Gül ve Avcı'yı sevmiştim ama bundan aynı keyfi ne yazık ki alamadım.  Ya ben gerçekten anlamıyorum. Zengin oğlan, ezik kız, hakaretler, sonradan doğan ölümsüz bir aşk vs vs. Bundan başka konu yok mu? Özellikle Wattpad'den çıkan hemen hemen bütün kitaplar böyle.


Güzel başladı. Bu tarz konular ne kadar klasik olsa da insanı eğlendiriyor yalan değil. Ama bütün kitap doldurulmayı bekleyen boşluklarla doluydu. Öncelikle olay ne kadar Amerika'da geçiyor ve aslında İngilizce olan konuşmalar bize Türkçe aktarılıyor olsa da bu kitap Türkiye'de çıkıyor. 
Bunu şöyle düşünün işte dublajlı bir film izliyoruz ve adam diyor 'Lanet olsun dostum! Sen lanet olası bir pisliksin!' Üzülerek söylüyorum ama bütün bir kitap boyunca bu histen kurtulamadım. 
Ayrıca kitaptan ne beklerseniz oluyor. Merak yok yani. Okurken kesin şu olacak dedim oldu. Kesin şu da olur dedim oldu. Ama o olaylar bile sanki geçiştirilmişti.
Hastane sahnesinde ben bir üzüntü hissedemedim mesela. Yarım bırakmayı bile düşündüm bir ara.


Kısaca olaydan bahsedeyim. Martin bir iş adamı. Aynı zamanda karanlık bir adam. Türkiye'ye iş için geliyor ve birkaç talihsiz olay sonunda İlkim ile tanışıyor. 
İlkim de zengin bir ailenin gözden uzak kızı. Son derece zeki, ayrıca son derece saf. Zaten ikisinin karşılaşmasına sebep olan da onun saflığı oluyor. 
Sonrasında onların nasıl aşık olduğunu vs okuyoruz. Diyaloglarda kızın biyolojik terimlerle hakaret etmesi çok eğlenceliydi ama bazı yerlerde o da abartı geldi bana.
Bir de Martin'in ruhu Türk bence. Ayrıca adamın karanlık pek bir şeyini de göremedik. Aslında görebilirdik. Aslında yazar göstermiş de. Ama benim için boşluklarla dolu birkaç sahne de bunlardı zaten.
Asude'nin tarihi romantik kitapları gerçekten iyi. Ama bu kitap için ben aynısını diyemiyorum.
Bir şans vermek isterseniz okuyun, keyifli okumalar. :)

Puan: 2

9 Ocak 2016 Cumartesi

Kitap Yorumu: Yolun Sonundaki Okyanus

Yine ve yeniden Neil Gaiman. Yine ve yeniden harika bir hayal gücü. Gerçekten nasıl oluyor da kuruyor, düşünüyor? 
Biraz çocuksu, biraz yetişkin, biraz gerilim ama nihayetinde güzel bir hikayeydi. Çok uzun bir kitap değil, ben bir günde bitirdim.
Öncellikle baş karakterin adı yok ve bununla ilk kez karşılaştım. :D Kitap boyunca adı hiç geçmedi. Bu birini iyi tanıyıp da aslında kim bilmemek gibi. İlginçti.


Az spoilerli kısma geldik. Karakterimiz sakin, kendi halinde, kitap kurdu 8 yaşlarında bir çocuk. Aslında biz onunla ilk kez bir cenaze çıkışı tanışıyoruz. O artık büyümüş, evlenmiş ve boşanmış, çocukları olan bir adam.
Cenaze sonrasında da kafa dağıtmak için kendi halinde gezerken kendini çocukluğunun geçtiği yerlerde buluyor.
Sonra aklına arkadaşı Lettie geliyor ve onların evine gidiyor. Böylelikle geçmişe, unuttuğu o hatıralara doğru bir yolculuğa çıkmış oluyoruz.  Karakterimizin yaşadığı yer tarla, orman, çiftlik böyle bir yer. 
Çok da seviyor burayı. Sevmeyecek birileri var mı aramızda? :D
Ailesi bazı maddi sıkıntılar çektiği için bir odayı kiralamaya karar veriyorlar. Gelen kiracıyla alakalı bir sıkıntı oluyor ve karakterimiz Lettie ve onun ailesi ile tanışıyor. Bu kitapta en çok sevdiğim şey Lettie ve ailesi oldu. 
Çünkü aslında tam olarak ne oldukları kitapta geçmiyor ama benim çok hoşuma gitti. Öncellikle çiftlikleri var ve sınırları kocaman. O sınır içerisinde ne olursa da Hempstock ailesi sorumlu. Her anlamda.


Şimdi yaşadıkları yerde insanlar garip bir şekilde para buluyor. Cüzdanlarında, çantalarında hatta ağızlarında bile :D Tabi bu iş Hempstock'ların sorumluluğunda. Lettie karakterimizden sadece 1 yaş büyük, görünürde. Neyse bu işi halletmek için giderken yanında bizim oğlanı da götürüyor ve böylelikle olaya Ursula dahil oluyor. 
Ursula kitaba biraz gerilimi katan karakter. Psikopat bir şey zaten. :D Daha fazla anlatmayacağım. 
Sadece, mutlu bir son yok. Hatta yine yarım bırakılmış bir son var. 
Yokyer'de de böyle bitmişti. Yani hikaye oralarda bir yerlerde devam ediyor.
Ayrıca yazarın teşekkür ettiği kısmı okursanız gerçekten samimi bir insan olduğunu göreceksiniz. Adam direk yazmış oraya ya "Kitap bu kadar. Hikaye bitti. Şimdi teşekkür kısmındayız."
Ben çok sevdim. Verilen mesajlar da çok güzeldi ve istenilen yere ulaştı! Herkes mutlaka Neil Gaiman okumalı. :) Keyifli okumalar.
"Romanlar insanlardan daha güvenilirdir." 
"Yaşayan bir şeyi yok edip yerine yenisini koyamazsınız..." 
"Yetişkinler, yolları takip eder. Çocuklar keşfe çıkar." 
"Sana çok önemli bir sır vereceğim: İçlerine baktığında, yetişkinler de yetişkin değildir." 
 4,6

5 Ocak 2016 Salı

Kitap Yorumu: Benim Uzak Yıldızım

Bu kitabı bitireli aylar oldu ya hu. Tembelliğime denk geldi. Bunun da bayağı reklamı yapıldı. Kapağı çok iyi ama, değil mi? Yayınevleri son zamanlarda gerçekten fazla çalışıyor. :D


Konu olarak aslında biraz ortalama. Yani bilindik aslında ama ayrılan sağlam noktaları var.
Teknolojinin ileri düzey olduğu ama insanlar arasındaki sınıf farkının fazlaca belli olduğu bir sistem içerisindeyiz. Geçmişten günümüze ve geleceğe şu kasttan kurtulamayacağız sanırım. :D
İşte farklı gezegenler, devasa uzay gemilerinde hızlı bir şekilde o gezegenden bu gezene yolculuklar yapılıyor vs.
Lilac LaRoux ülkenin en zengin adamının kızı, bir prenses gibi el üstünde tutmalar, gözünden sakınmalar. Ama Lilac bence düzgün yetişmiş bir kişilik olarak sunulmuş bizlere kitapta.
Binbaşı Tarver Merendsen ise bir asker. Genç ve rütbesi iyi bir asker üstelik. Ve tamamen alnının akıyla kazanılmış bir rütbeden bahsediyoruz. Haliyle insanların takdirini kazandığı kadar bir şekilde kin mi desem kıskançlık mı, her halükarda hoş olmayan birkaç duyguyu da beraberinde getirmiş.
İşte İkarus isimli uzay gemisinde yolculuk ederken çiftimiz karşılaşıyor.
Eveeet, az spoilerlı kısma geldik. :D
Benim saf Tarver'cım işine o kadar odaklanmış ki, çevresindeki askerler dışında kim kimdir pek bilmiyor. Gemide ufak bir olay sonunda Lilac ile tanışıyor. Ama işte Lilac'ı tanımayan yok gezegende. Lilac da çok şaşırıyor ve aslında bu durum çok hoşuna gidiyor. Ama bir problem var, kızın babası manyak. Kim kızına yan gözle baksa sonu ölüm oluyor. Lilac da bu durumun ona yüklediği duygulardan o kadar yorulmuş ki kim yaklaşacak olsa onu alayla karşılıyor ki bir daha ona yaklaşmasın.
Sonra koca gemide, Titanic hesabı asla bozulmaz, imkansız, Tanrı'nın bile bozamayacağı uzay gemisinde :D:D bir arıza çıkıyor ve herkes kapsüllere koşuyor. Bunlar da uzay gemisinin filikası :D
Daha sonra kimse kapsülünü ateşleyemeden koca gemi gümlüyor ve kimsenin bilmediği -ya da...- bir gezegene düşüyor.
Eh tabi kimse derken Lilac ve Tarver bir şekilde kurtuluyor. Sonra onların gezegende geminin enkazına doğru hareket edişini ve bu süreç boyunca birbirlerine nasıl aşık olduklarını görüyoruz. Ama o süreç boyunca birbirlerine az laf sokmuyorlar.
Sonrasında birbirleri için yaptıkları fedakarlıklar beni çok etkiledi. Lilac bazı zorlu zamanlar yaşadı. Orada onunla siz de yaşıyorsunuz. Zaten Tarver'ı sevmeme şansınız pek yok. :D Haliyle Lilac'ı çok iyi anlayacağım bir bölüm beni bekliyordu.
Sonrasında Tarver çok zor şeyler yaşadı. Hatta bunun sonunda ikisi de çok daha zorunu atlattı.
Yani daha ziyade bir aşk romanı, eh biraz dram da vardı diyebilirim.
Bu arada değinmek istediğim bir konu daha var, kitabı okumak istiyorsanız atlayın.

**Gezegendeki tuhaf olaylar bence çok iyiydi. Bazı yorumlarda beklenenin bu değil, kötü uzaylılar olduğunu okudum ama aslında beklenenin dışında daha farklı bir şey yapmış olmaları yazarların, hoşuma gitti. Hatta onların bu kadar dost canlısı olması ayrı bir hoşuma gitti. Ayrıca kitabı bir üst seviyeye çıkaran olay da bu uzaylılar ve onların getirdikleri diye düşünüyorum. **
Devam edebilirsiniz. :D Ayrıca sonlara doğru gerçekten beklenmedik birkaç olay oldu ve bir ara ya ne oluyor şimdi ay delireceğim moduna bile girdim :D  Aslında genel anlamda sevdim ben.
Tabi yine beklentimi yükselterek okuduğum bir kitaptı, oraya kadar da çıkamadı ama olsun.
Yayınevi iyi iş çıkarmış. Mıknatıs olayı çok hoşuma gitti. Tabi okurken biraz zorluyor ama çok sıkıntı olmadı. :D
Okunabilir bir kitap diyor ve iyi okumalar diliyorum. :)

4 Ocak 2016 Pazartesi

Yılın İlk Mimi: Nasıl Bilirsiniz?

Eğlenceli bir mim ile yılın ilk mimine giriş yapıyorum. Dr. Coffee beni mimlemiş ki mimi çok sevdim, teşekkürler! Takip ettiğimiz bloglar hakkında düşüncelerimizi yazıyoruz. Burada bahsettiğim her blog da mimlenmiş sayılacak.


Coffee'den başlamak şart artık :D
Dr. Coffee: Blogunda kitaplardan bahsettiği naçizane doktor adayımız kendisi. Arada postlarda kendinden de bahsediyor. Ayrıca yorumlarıyla beni çok güzel motive ediyor, ne yazsam değiniyor. Blogumun Birinci Yorumcusu. :D

Fok Bıyığı: Kendisini ablam gibi görüyorum. Ciddiyim. Blogunda ne ararsanız var. Gezdiği yerler, okuduğu kitaplar, hayatı sevişi de sövüşü de. Özellikle sövdüğü zamanlar çok eğleniyorum. :D

Lady Witch: Ayy, o kadar şapşik ki okurken sürekli gülüyorum hallerine. Blogunda sadece kendinden bahsediyor. Ya genelde insanlar utanır anlatamaz, Lady'de Allah ne verdiyse. Sevmemin en büyük sebebi. 

Kağıt Salıncak: Blog tasarımıyla dikkatimi çekti ilk. Ki bence dikkat çekmede büyük etken bu tasarım. Genel anlamda kitaplar ve hayatı karşı düşüncelerini paylaşıyor diyebilirim. İnstagramdan da takip ediyorum, fotoğrafları çok hoş. Mutlaka ziyaret edin.

Kristal Kitap: Kitapçım :D Sipariş vermeden mutlaka bakıyorum yeni neler var diye. Kitapla ilgili ne ararsanız var. Yorum, ön okuma, yayın hakkı alınmış kitaplar, yeni çıkmış kitaplar. İnstagram hesabında da aktif.

D.S.K: Sıkılmak deyince aklıma gelen ilk blog :D Genel anlamda dizi, kitap gibi konulara yer verse de daha çok hayata bakış açısını paylaşıyor diyebiliriz. Okurken eğlenmeden edemiyorum. :D

Kalem Kuklası: Daha çok K-drama ve Manga'ya yer veriyor ancak kendi görüşlerini paylaştığı yazıları da var. K-drama forever blogcan!!

Naz'lı Kitaplık: Kitaplar üzerine, severek takip ettiğim blog. Yorumları çok iyi.

Çoluk Çocuk Bunlar: İki arkadaşın blogu. Genelde kendilerinden bahsediyorlar. Çok sıcak insanlar. Bloglarına arada uğrasalar da okumayı seviyorum onları.

Sade Kitaplık: Kitap üzerine blogu. Kitaplığı çok güzel ya hu. :D İnstagram fotoğraflarına bakmalısınız!

Deep: Bu mimde herkesin bahsedeceği blog. Çünkü o blogların neşesi, blogların yardımcısı, blogların Güzin Ablası. Yeni blogların ise kurtarıcısı. Oooooo Deep Tone. :D
Şaka bir tarafa, yazdıkları gerçekten çok iyi. Okurken cidden kendimi ekrana bön bön bakarken buluyorum yine naptın Deep sen yine naaaaptın. Kitap, film, dizi ne ararsanız var. Ama en çok hayattan alıp da bize sundukları çok güzel. 

Güzel bir mimdi. Emeği geçen herkese saygılar eheh. 
O zaman mimlenen arkadaşlara kolay gelsin diyorum. :)

1 Ocak 2016 Cuma

Kitap Yorumu: Trendeki Kız

Yeni yılın ilk paylaşımı, Trendeki Kız!
Reklamı çok yapılan kitaplara karşı bir önyargım yoktu ama bundan sonra daha temkinli yaklaşacağım.
Kapak tasarımı, kalitesi çok iyi. İthaki o konuda iyi iş yapıyor. Ama konu genel hatlarıyla bilindik.
Tahmin edilmesi kolay diyen arkadaşlar olmuş ama ben yarısını geçtikten sonra neler döndüğünü anladım. Öncelikle kitap Rachel, Megan ve Anna'nın gözünden anlatılıyor. Anna'ya fazla yer verilmemiş.


Biraz spoiler vereceğim. Okumayı engelleyecek kadar değil.
Rachel eşiyle boşanmış, alkolik bir kadın olmuş, işinden kovulmuş kısaca perişan halde ve eminim kitap boyunca sizi deli edecek olan karakter.
Megan önceden yaşadığı şeylerin üstesinden gelemeyen ve bence biraz da kolaya kaçan diğer karakter.
Anna sadece mutlu bir hayatı olmasını isteyen ama hak etmeyen karakter.
Şimdi asıl mevzuyu biliyoruz. İşte trendeki bir kız -Rachel- her zaman geçtiği yerlere dikkatle bakan karakterimiz. En çok dikkat ettiği de Jess ve Jason. Her gün onların balkonlarında vakit geçirişini, birbirlerine sevgiyle sarılışlarını izlerken bir taraftan da onlar için hayal dünyasında yeni bir hayat örüyor.
Öyle ya, isimlerini bile onlara Rachel vermiş. Ama hiçbir şey uzaktan göründüğü gibi olmuyor, genelde, hiçbir zaman. Onların evinden 2 ev ötede de kendi eski evi var.  Boşanmadan önceki evi. Boşanması da olaylı tabi. Buna değinmeyeceğim, okumalısınız.
İşte boşanmak ve onun dışında birkaç sebepten dolayı alkolik olmuş. Yani, farkında ola ola yapmasına sinir oldum en çok da.
Tabi sarhoş olunca da hatırlamıyor hiçbir şey. Ertesi gün öğreniyor ki yine eski eşinin -Tom- evini basmış ya da onları arayarak rahatsız etmiş falan.


Daha fazla spoiler. Rahcel bir sabah Jess ve Jason'ı -Megan ve Scott- evlerinde göremiyor. Merak ediyor haliyle. Sonra öğreniyor ki Megan kayıp. Eh, Rachel de kendini olaya dahil etme gereksinimi duyuyor çünkü Megan hakkında bildiği bir şey var. Ama biliyoruz ki Rachel alkolik, deli deli hareketleri var. Kimse onu pek ciddiye almıyor. O da çareyi Scott'a gitmekte buluyor.
Şimdi eşiniz ortadan kaybolsa öyle ya da böyle bir şekilde şüpheli olursunuz. Scott da ne yazık ki aynı durumda. Yani, kim ona kendi dışında bir fikirle gelse tabi ki minnetle karşılayacak bunu. Yani bu ikisi sadece bu görüşmeyle kalmıyor.
Bir taraftan Anna, Rachel'i birkaç defa Scott'lara giderken ya da çıkarken görünce huzursuz oluyor. Çünkü Rachel pek de normal durmuyor dışarıdan. Yani polisiye, gerilim tarzı bir şeyler. Yazar güzel anlatmış, Rachel'a kızsanız da okurken hak vermemeniz elde değil. Yine de sinir oluyorsunuz.
Ama daha güzel bir kurgu beklerdim ben açıkçası. Kötü değil, sadece ben beklentimi fazla yüksek tuttum sanırım. Bence yazarın anlatımı kurtarmış biraz da. Yani konu bir tarafa garip bir şekilde okumayı sürdürmek istiyorsunuz. :D
Neyse bence çok kötülemedim. :D Keyifli okumalar!


3.9