30 Temmuz 2015 Perşembe

Its Okay, Its Love

Böyle diziler izlemek psikolojimi bozuyor ya. Dizideki her birey ayrı ayrı tatlı olabilir mi?
D.O zaten Exo üyeleri arasında ennnn sevdiğim. Biraz sessiz ve sert duruyor diye zamanında az laf yememişti ama dizide o kadar tatlı, sevecen, güler yüzlü ki.
Neredeyse bir yıllık bir dizi. Komedi ve dram zaten her Kore dizisinin vazgeçilmezi ama son zamanlarda psikolojik unsurların bulunduğu diziler arttı gibi geliyor bana. Bu da o dizilerden biri.


Başrol oyuncumuz Jo İn Sung. Karşımıza Jang Jae Yul olarak çıkacak. Her anlamda beğendiğim bir oyuncuydu zaten ama bu dizide bir ayrı sevdim kendisini ben. Dizide yazar ve dj rolünde. Uzun bir süre de bizimkilere ev arkadaşı olacak.


Gong Hye Jin'in izlediğim ilk dizisi eğer yanılmıyorsam. Favori sanatçım olmadı ama güzel oynadı.
Kendisi Ji Hae Soo olarak dizide karşımıza çıkıyor ve rolü psikiyatri.


Lee Kwang Soo çok tatlıydı dizide ya. Hele atak geçirdiği zamanlar gülmüş de olsam üstesinden geldiğini görmek beni sevindirdi. Dizide Soo Kwang adı :D Jae Yul'un kafesinde çalışıyor ve Hae Soo ile ev arkadaşı.


Sung Dong Il gerçekten yaşı ilerlemiş sanatçılar arasında en birincim. Answer Me 1994'de de çok başarılıydı. Burada da çok başarılı. Psikiyatri Dong Min olarak karşımızda. Ayrıca Soo Kwang ve Hae Soo ile ev arkadaşı.


D.O. için ne desem bilemedim şu an. Çok seviyorum galiba ya :D Kendisi Jae Yul'un oluşturmuş olduğu hayali Han Kang Woo rolünde. Ama gerçekten sevmiş olmamın yanında oyunculuğu çok iyiydi. Yalnız başlarda biraz tereddütünü sezer gibi oldum ama güzel devam etti. Yalnız bir saatlik bir bölümde toplasan on dakika ya vardı ya yoktu. Hyung filmi için başrol seçilmiş. Heyecanla bekliyorum nasıl olacak bakalım.


Fazla detaya inmeden anlatmak istiyorum çünkü ayrıntılı anlatınca izleyecek insanlara bir şey kalmıyor. Jae Yul küçüklüğünde baba ve abi tarafından istismar edilmiş bir birey. Baba keyfine abi de neden dayak yiyorsun diye dövüyor. :D Tabi anne de baba tarafından dövülünce Jae Bum -büyük abi- babaya kinli. Ama aslında o kadar sevgi dolu bir çocuk ki. Şartlar insanı ne hale getiriyor aslında bu dizide bunu çok iyi görüyoruz. 
Gerçekleşen bir takım olaylardan sonra Jae Bum hapse giriyor ve Onu suçlayan da kardeşi ve annesi. Bu zaten dizinin gizemli olaylarından biriydi. Abi, anne ve kardeşe o kadar kinli ki çıkınca öldüreceğini söyleyip duruyor. Bu nokta Dong Min ile yolu kesişecek. Dong Min ne kadar yardımcı olmuş bilmek için izlemeniz gerek. Ama olayı hemen hemen çözen Dong Min diyebilirim.





Başrollerimizin yolu ise bir tv programında kesişiyor. Jae Yul'un kitaplarını bir psikiyatri gözüyle değerlendirmek isteyen program ikiliyi programa davet edince başlıyor aralarındaki sözlü savaş. Tabi Jae Yul biraz da çapkınlıklarıyla adını duyurmuş biri. Hae Soo ise çocukken yaşadığı bir olaydan dolayı erkeklere ve onlarla oluşabilecek herhangi bir etkileşime fazla katı. Hatta bu bir psikolojik rahatsızlık. 





Kang Woo'nun rolü ise Jae Yul'un yaşadığı travmadan kaynaklı olarak yaratmış olduğu bir karakter. Jae Yul küçükken savunmasız olduğu için kendini her zaman geçmiş adına yetersiz görmüş ve zihni kendini korumak adına Kang Woo'yu yaratmış. Jae Yul'da kendini koruyamadığı için büyük bir istekle Kang Woo'yu koruma iç güdüsüne sahip. Kang Woo ise birçok sahnesinde dövülmüş vaziyette. Kıyamam annem diye diye bitirdim diziyi :D






Sanırım oyuncuların genel anlamda hangi yolda ilerlediklerini anlatmış oldum. Daha fazla anlatmak istemiyorum ama kore dizisi izliyorsanız mutlaka bunu izleyin ve izlememişseniz bence size sevdirebilecek bir dizi.


Bu arada müstehcen sahneleri olduğuna dair bazı söylentiler var. Ama hemen hemen her bölümde sadece ufak tefek öyle şeyler var. Bu diziye kesinlikle öyle bir hava katmamış. Game Of Thrones için kullanılan bir ifadenin bu diziyi ifade edeceğini düşünmüyorum. 
Ben çok keyif aldım, çok sevdim. Güldüm, ağladım ve D.O'ya doyamadığım bir dizi oldu :))
Diziden birkaç şarkıyla veda edeyim o zaman. Keyifli seyirler.




29 Temmuz 2015 Çarşamba

Sıla Duran'dan Eglenceli Mim

Sıla Duran beni çok eğlenceli bir mime dahil etmiş. Bu resmi olarak ilk mimim oluyor sanırım, teşekkür ediyorum. Sıla'nın cevaplarını okurken sürekli sırıttım. Adına Saçma Amaçsız Mim demiş ama hadi bakalım neler olacak :))


1) Odanızda veya evinizde orada olduğunu unuttuğunuz bir nesne bulun. Bu nesne ile bir anınız var mı?
Eski telefonumun kabı. Arkadaşım doğum günümde hediye etmişti bu yüzden diğer telefon kaplarını verdiğim kişiye onu veremedim ve şu an boş boş rafımda kitapların arasına sıkışmış bir vaziyette duruyor. :)

2) Aklınıza gelen soğuk bir espriyi yazın. Eğer aklınıza gelmiyorsa 2-3 kelime saçmalayın.
Adamın biri varmış ölmüş.
Bunu ablam öyle alakasız bir ortamda söylemişti ki haykırarak güldüm bile diyebilirim  :D Hani öyle ortamlar olur ya, öyle işte.

3) Yine aklınıza gelen biri ya da nesnenin adı ile akrostiş yazın ama yazdığınız akrostiş az ya da çok nesne veya kişi ile ilgili olsun.
Çay demek istedim. Galiba kısa diye. :)))

Çünkü sıcak bir çaydan bir yudum almak kadar zordu seni anlamak
Anlamıyordum çünkü anlatmıyordun, çay sevmediğim için miydi?
Yoksa ice tea içtim diye bana küstüğün için mi?

-Mim adının hakkını vermeye başladı arkadaşlar :D

4) Seni kim mimlediyse şimdi Onun blogunu açıyorsun ve bu soruya verdiği cevaptan ilginç bir kelime seçiyorsun. Ve döngünün devam etmesi için yine ilginç, uzun ve saçma bir cümle kuruyorsun. Lütfen 'Ben bir kuş gördüm.' ya da 'Bizim evde oyuncak ayı var.' gibi cümleler olmasın. Olabildiğince uzun ve saçma cümleler olsun.

Anneme zorla aldırdığım 'salyangoz kostümü' eve giren köstebek tarafından yer altına kaçırılınca uçan filimle sürünerek onun peşine düştük ve orada origami ile karşılaşınca uçan filim ve origami uçma yarışı yapmaya başladı.

-Sanırım bu cümleyle sonuncu olacağım :D

Şimdi şartımız daha önce hiç yorum bırakmadığımız blogları mimlemek.

Snoopy'nin Güncesi - Ms. Amaril'de rastladım. Aslında bir yorum bıraktım ama yokmuş gibi sayıyorum :D
Bir Alık Balık - Deep'te gördüm.
Çilekli Reçel - Bloguma geldi ama henüz yorum bırakamadım. :)

Cevapları gerçekten merak ediyorum. Kendi cevaplarıma çok gülemedim ama Sıla'nın cevaplarına çok gülmüştüm. Blogunu ziyaret edip okumalısınız. Kolay gelsin :)


26 Temmuz 2015 Pazar

Sonunu Bile Bile/Adın Bende Saklı

Bugün iki kitaptan bahsetmek istiyorum. İkisi de Victoria Alexander'a ait ve 4 arkadaşın 'En son ben evlenirim!' iddiaları üzerine başlayan olaylardan bahsediyor. Tabi her zamanki gibi kesin konuşan önce gitti.
Yalnız şöyle bir şey var, ben kitapların sırasını karıştırmışım. :))
Birinci kitap Sonunu Bile Bile, üçüncü kitap Adın Bende Saklı. Ama kopukluk falan olmuyor. Sadece 'Aa ikinci bu mu gitmiş' dedim. Tabi kapaklardan da anlayacağınız üzere geçmişe gidiyoruz.


Şimdi Warton Vikontu Gideon Pearsall ve Leydi Chester Sonunu Bile Bile'de karşımıza çıkıyorlar. Gideon son derece kendinden emin, grubun en çapkını. Adını da bu konuda hatrı sayılır bir şekilde duyurmuş bir Vikont ve tabi ki dillere destan bir yakışıklılığı da söz konusu.
Leydi Chester ise eşini kaybetmiş ve zengin bir dul. Ayrıca sosyetede adı zaman zaman dillerde gezen ama o bunu umursamayacak kadar kendiyle meşgul bir kadın. Kocaman botanik bahçesi var mesela. Tabi dul olmanın verdiği ufak bir özgürlük de var. Yani mesela biriyle ilişkisi oluyor ve sonunda arkadaş kalalım diyerek işin içinden bir güzel sıyrılıyor. Onun hakkından gelse gelse Gideon gelirdi zaten.


İkili bir baloda karşılaşıyor ve başlıyor maceraları. Bir de Gideon'un halası var ki Judith dul diye başta karşı çıkıyor ama öyle şeyler oluyor ki 'Ayy baştaki Gideon'a ne oldu yahu' diyorsunuz. Judith geçmişten yaralı bir kadın, kimse de dokunsun istemediğinden epey sürünüyor Gideon.
Daha fazla ayrıntıya girmeden Adın Bende Saklı'ya geçiyorum.


Burada da Leydi Cordelia Bannister ve Daniel Sinclair'den bahsedeceğiz. Bay Sinclair'a Amerikalı, yani onun için bir unvandan bahsetmek mümkün değil. Ama ciddi anlamda zengin ve yatırımcı bir ailenin çocuğu. Açıkçası bu kitap beni daha çok eğlendirdi. Çünkü bu süper ikili ailelerin iş ortaklığı sebebiyle evlendirilmek üzere olduklarından haberdar olduklarında şaşkına uğruyorlar.
E yapacak tek bir şey geliyor Cordelia'nın aklına, O da düşmanını tanımak. Tabi düşmansa.


Peki söz konusu birini tanımaksa bunu nasıl yaparız? Tabi ki şahsen tanışarak. Ama Cordelia tanımadığı ve evlenmek üzere olduğu bir adamla henüz yüz yüz gelmeye hazır değil. Şahsen tanıyamıyorum madem ben de katibine sararım diyor. Yetmiyor kendini de refakatçisi Sarah olarak tanıtıyor. Bütün bu hain planlardan habersiz Daniel ise karşısındaki bu yeşil gözlü, tatlı kadına -istemediği müstakbel eşine- kendini katibi Warren diye tanıtıyor. İşler öyle bir arapsaçı oluyor ki, çözmek istiyorsanız alıp okumalısınız.

Genel anlamda iki kitabı da sevdim ama seriyi tamamlama gereksinimi de uyandırmadı bende.
Tarihi aşk sevenlere önerimdir. Keyifli okumalar.


Yaz Etkinligi

Henüz blog olarak yeni olduğum için kimseden de haliyle mimim olmadı henüz.
Ben de Part Of The Book ve Kristal Kitap'ta aynı etkinliği görünce yapmak istedim. Umarım bir sakıncası yoktur :)
Yaz ile alakalı 5 soru var ve mim sonunda da istediğimiz 5 blogu mimliyoruz.


1) Klasik bir soruyla başlayalım; senin için 3 kelimeyle yaz mevsimi neyi ifade ediyor?
İğrenç bir sıcak, karpuz, dondurma


2) Yaz aylarında ne sıklıkla kitap okuyorsun?
Her hafta okuduğum bir kitap mutlaka olur. Yaz ayına özel bir durum yok yani.

3) Yaz aylarına daha uygun olduğunu düşündüğün kitap türleri var mı?
Konu olarak ne hoşuma giderse okurum. Ama yaz deyince daha romantik-komedi ağır basıyor sanki.

4) Plajda kitap okuyanlardan mısın? Eğer öyleyse en son hangi kitabı okudun?
Evet, hatta plaja bunun için gidiyorum da diyebilirim. Deniz sevmiyorum ne yazık ki. :) En son plajda Sonunu Bile Bile'yi okudum.


5) Ve son soru; senin için yaz mevsimi hangi renktir?
Sarı. Böyle son derece sıcak bir sarı. :))

Ms. Amaril
Guguklu Saatten Ninniler
Kronik Okur 
Zamska

Mimlendiniz. Kolay gelsin. :)

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Nasıl K-Pop Dinlemeye Basladım?

Eveet şimdi bu yazımda K-Pop maceram üzerinde durmak istiyorum.
Ülkemiz de dahil olmak üzere bütün dünyayı saran bu K-Pop da neyin nesi diyen var mı?
Çünkü bilmeyen olmadığını düşünüyorum. Özellikle Music Bank'tan sonra.


Ama kısaca özetlersek; K-Pop Güney Kore'den bütün dünyaya yayılmış bir müzik türü.
Şimdi yaklaşık 6 yıldır çılgınlar gibi Kore dizileri izliyorum ama müziklerini çok fazla dinlemiyordum açıkçası. Yani belli başlı grupları biliyordum. Girls Generation, Bigbang, Super Junior gibi. Onların da bildiğim birkaç şarkıları dışında bir şeyleri yoktu.
Yaklaşık 2 yıl önce Exo ile yolum kesişene kadar da dizileri dışında ost falan dinliyordum sadece.
Bir gün Youtube'da gezerken dikkatimi Overdose ile çektiler ama açıkçası 'bebe la bunlar' tepkisini verdim ve hatta uyuz bile oldum diyebilirim. Amma ve lakin başka şarkılarını dinledikçe sempatik gelmeye başladılar. Sonra F(x) ile tanıştım. Sonra BTS ile tanıştım derken bir baktım müzik listem K-Pop ile dolmuş.


Benim neden dikkatimi çekiyorlar? Çünkü hepsi dans ediyor ya! İstisnasız hepsi! Siz hiç 4Minute-Crazy dansını yapmaya çalışıp da uzaktan bakınca sipastik gibi göründünüz mü? -Bu umutsuz girişimimden sonra sadece dinlemeye karar verdim.- Her şeyden önce şarkıları gerçekten kaliteli ve dış görünüşe çok önem veriyorlar, öyle bir veriyorlar ki 'Airport Fashion' diye bir şey var adamlarda. Ben yabancılarda bunu fazla görmedim. Onlar da özen gösteriyor elbet ama bu adamlar bunu moda olarak ele almışlar.
Hatta bir haber okumuştum ve Girls Generation için moda katili diyorlardı. Sırf havaalanında fazla rahatlar diye. Bir de bu mesele var. Hayranlar aşırı bağlılar sevdikleri gruplara ama bir o kadar da kindarlar. Yani bu ünlü arkadaşlar sevgili yapamıyorlar çünkü ışık hızında anti oluveriyor bu durumda fanları.


Ve bir o kadar da gruplar hayranlarına bağlılar. Hatta hayranların da bir ismi var. Mesela Super Junior hayranlar 'Elf', Exo hayranları Exo-L gibi.
Bunun yanı sıra hepsi mi güzel, yakışıklı, tatlı, sempatik olur? En çirkinin bile ayrı bir sempatisi var. Tabi şöyle de bir durum var, estetik. Onlarda çok normal bir şey diyorlar ama bir ünlünün estetik olayı ortaya çıksa gündemden de düşmüyor. Ama büyük, küçük fark etmez hemen hemen hepsinde bazı operasyonlar olduğuna ben de inanıyorum.


Ülkemizde sevildiği kadar garip karşılayan insanlar da var. Ama bazı sınırı zorlayan yorumlar beni sinirlendiriyor. Taylor Swift kadar Ailee dinlemek normal bir şey bence. Ya da How I Meet Your Mother izlemek kadar Kill Me, Heal Me izlemek normal bir şey bence. Bu konu beni sinirlendiriyor, değinmem gerekirdi.

Sevdiğim birkaç şarkıyı ekliyorum ve gidiyorum.

Bigbang-Loser
4Minute-Crazy
Exo-Overdose

Baslangıç: Marslı

Herkese merhaba. İsmi okuyunca uzaylılardan falan bahsedeceğim gibi geldi, değil mi?
Eğer bu kitabın tanıtımını Kronik Okur'da okumasam ben de öyle düşünebilirdim.
Okurken çok eğlendiğim ve hemen bitirdiğim bir kitap oldu. Tek bir sorunu var o da dilinin fazla bilimsel olması. Ama yazar bunu esprileriyle -ustalıkla- kapatmış. Ayrıca 2 Ekim'de vizyonda ve çok merak ediyorum. Çünkü kitap her şeyin aksine komik ilerlerken filme sanki biraz daha dram katmışlar. Yani adam son ana kadar espri yapmaya devam ediyordu. Fragmanı izleyince demek istediğimi anlayacaksınız.


Şimdi gelelim Mark neler yaşamış. Mark bir astronot ve NASA tarafından Mars'a fırlatılan mürettebatın bir üyesi. Tabi herkes heyecanlı, yani uzaydasın. Mars'tasın. Eh, kimse Mars'ın onlara hazırlığı "Hoş Geldiniz!!!" partisinden haberdar değil. Böyle 'Fırtına' gibi bir parti.
Tüm mürettebat neye uğradıklarını şaşırıyor ve mecburi olarak görev iptal ediliyor. Uzay gemisine doğru güçlükle yol alırlarken Mark kopan bir uzay uydusunun azizliğine uğruyor ve onunla beraber bilincini kaybetmiş bir şekilde sürükleniyor. Mürettebat geri dönmek zorunda çünkü Onu aramaya kalksalar vakitleri yok ki gördükleri manzara itibariyle de ölmüş olduğunu düşünerek elleri vicdanlarında geri dönüyorlar.


Düşünülenin aksine Mark ölmedi, bulunduğu durumla dalga geçecek kadar da kendinde ve koskoca gezegende yapayalnız! Buradan sonra yaşam merkezi Hab oluyor ve yediği şeylerden Dünya ile iletişime kadar her şeyi buradan hallediyor. Tabi Dünya ile iletişim kurmak için az yol almıyor ki bu kısımlar da beni çok güldürmüştü.


Adam uzayda patates yetiştiriyor daha ötesi var mı ya! Kitap boyunca Mark'a hayran kaldım. Mars favori gezegendi benim için ve bu kitapla yerini korumaya da devam etti. . Ben açıkçası filmini izlediğim bir kitabı okuyamıyorum. Siz de böyleyseniz ve hala okumadıysanız bence almalısınız çünkü kesinlikle herkesin kütüphanesinde bulunması gereken bir kitap. Söylemeden geçemem, yazar artık ne yazarsa alacağım! Daha fazla ayrıntıya girmeden burada bitiriyorum.
Mark'tan bir alıntı ile veda edelim. Keyifli okumalar!

Bir yerde bir kere mahsul yetiştirdin mi, orayı “resmi” olarak kolonize etmiş olduğunu söylüyorlar. Yani teknik olarak, ben Mars’ı kolonize ettim. Kapak olsun, Neil Armstrong!